Bir nisan sabahı, yaşlı adam her zaman olduğu gibi oturmuş, penceresinden; doğanın uyanışını, güneşin doğuşunu, çiçeklerin kelebeklerle dansını izlemekteydi. Evinden çıkmayı pek sevmez ama, bu pencereden doğayı izlemeye de bayılırdı. Yaşlı adamın o yıl beklenmedik bir misafiri oldu. Kışın çetin şartlarından kaçıp güneyin sıcak kollarına kendini bırakan ve bunu her sene gerçekleştiren göçmen kuşların arasındandı bu misafir. Yaşlı adamın penceresini, özellikle de penceresini, özellikle de penceresindeki çiçekleri çok sevmişti bu şirin Gül Kuşu. Yaşlı adam da sevmişti Gül Kuşu'nu ve koca bir baharı muhabbetle geçirdiler. Günler ayları kovaladı, çiçekler bir bir soldu, yapraklara toprağa kavuştu. Göçmen kuşların göç etme vakti gelmişti. İlk kafile yola çıkmıştı bile. Gitmek istemedi Gül kuşu, kalayım seninle, dedi. Beni evine al, muhabbetimiz bitmesin, yoldaş olalım birbirimize. Ama alışmıştı yaşlı adam yalnızlığa, istemedi Gül Kuşu'nu yanında. Kendinden emin geri çevirdi bu teklifi.
Günler geçti, aylar geçti ama dayanamdı yaşlı adam Gül Kuşu'nun yokluğuna, kahretti kendini, özledi Gül Kuş'unu, o güzel sesini, muhabbetini... Sözverdi kendine; bir dahaki bahar alacaktı evine izin vermiyecekti geri dönmesine.
Bahar geldi. Sabır tükenmek üzereydi. Heyecanla bekledi göçmen kuşların dönmesini. Günlerce bekledi, pencereyi hiç kapatmadı. Her sabah umutla uyandı, ama yoktu. Umudu tükenmek üzereyken ufukta belirdi göçmen kuşlar. Yaşlı adamın kalbi yerinden fırlamak istercesine çarpmaktaydı. Söyleyeceklerini toparladı kafasında. Çok pişmanım gel ve bir daha hiç gitme diyecekti ilk gördüğü anda. Kuşlar geldi, fakat aralarında Gül Kuşu'nu göremedi. Telaşlandı, sordu içlerinden birine. Tarif etti Gül Kuşu'nu; geçen bahar gitti, neden aranızda değil, neden dönmedi ? Nereden bilsin duyacağı cevabın bu kadar acı olacağını:
Gül Kuşlarının ömrü sadece bir yıldır.